Nisan 29, 2024, 05:54:20 öö

Gönderen Konu: Bir Komando Subayın kaleminden!!!Üşenmeyin okuyun ya cidden....  (Okunma sayısı 1527 defa)

Çevrimdışı ziyaretci

  • Daimi Üye
  • İleti: 2461
  • Karma: 25
    • Profili Görüntüle
O dağlarda görev yapan bütün kardeşlerîm için....

Aykut Işıkoğlu



 BİR KOMANDO SUBAYI' NIN KALEMİNDEN;

.....ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına
ateşle karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada.güvenli görevlisi şehit oldu.

Ya da

......ilinde devriye görevini yerine getiren
..aracına açılan ateş sonucu..güvenlik görevlisi şehit oldu.

Ya da

......ili kırsalında teröristlerce döşenen
mayının patlaması sonucu.asker yaralandı..

Bu nasıl başlar biliyor musunuz?

Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının
buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından
geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her yanını kaplamıştır.

Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay
kurumadığı içinelinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar.
Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine
ve elinizi sürdüğünüz her yere siner.

Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep
olur.

Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden
omuzlarınızı hissetmezsiniz.Kült ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz.

Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir
ayağınızın kaplayabildiğ i her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız.

Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin
sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya
çalışan sineklerin vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı tok kanat sesini en
ince ayrıntısına kadar duyarsınız.

Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki
arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadaşınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı ayrı duyarsınız.

Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes
alışlarını duyarsınız,öksürmesini ve hapşırmasını da duyarsınız.

Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her
biri ayrı ayrı katılır  bu senfoniye.

Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur,postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra
patlayan yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır.

En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı
yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir. Ama bu çok büyük bir lükstür o anda.

Çünkü...

Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın
arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanızve yok etmeniz gerekmektedir.

Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet
diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler
kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir.

Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve
şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.

Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz,
bayrağınız ve onurunuzdur.

İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap
değiştirmek. İşte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler güruhu.

Sonra!..

Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı
kestiği gibi,makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi... Bir anda...Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin
kanat sesleri hepsi bir anda biter.

Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı
değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer.

Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et
kokusudur,yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlemek için
çalışmazsınız.

Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş
duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız.

Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın
sesleri arasında 'mayın' kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun ağrıyı fark edersiniz.

Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını
hissedersiniz.

Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise
parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte her şey o anda başlar.

Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra,
nefesiniz biter.
Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden
bağırmaya başlarsınız.
Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden
ve yine...

Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, 'fazla bir
şey yok, sadece küçük bir
yara' gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın
olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar
kafanızın içinde 'neden ben, neden ben, neden ben ?'

Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde
geçen yıllar sonunda, dizkapağınızın on iki santim altından takılıolan ve her akşam
yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak artık bir uzvunuz olmuştur.

Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var olacaktır. Sizin bir bacağınızın ne önemi vardır ki!

Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi
havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter.

Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle
Fransız televizyonları nda, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.

Pamuk'ları, Dink'leri, okursunuz, Bizans
çocuğuyum diyenleri duyar,Ali Kemallere tanık olursunuz, 'koçlar gibi satanları'görürsü nüz. .

Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz.
Başlarına çuvallar geçirilip aşağılanarak elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini
görürsünüz.

Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor
seslerini, helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz ama duyamazsınız.

Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne
örtülen çaputlara 'bayrak'diyenleri görürsünüz, 'uçaklarını çek', 'valiyi çek' diyen başkanları
ve karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.

Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen
teröristlerin sadece'ben bir şey yapmadım' demelerinin esas kabul edilip, 'suçsuz' sıfatıyla
serbest bırakıldığını görürsünüz.

Susanları, konuşması gerektiği halde susanları
görürsünüz,konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve susanlar her
sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden
ölürsünüz her defasında.

Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize
akar,inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi
kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tuttuğunuz değerlerinize akar.

Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza,o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız:
'Biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı,hep
gözümüzün önünde miydi yoksa?'diye sorarsınız
kendinize.

Onlara verilen maaş'ın sizin vergilerinizden
ödendiğini, içinize sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar
sevmediklerini düşünürsünüz.

Bu vatan onların da vatanı değil mi?

Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin
üstüne yemin etmedi mi? diye sorarsınız kendi kendinize.

Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir
askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize
nakşettiğiniz sözler gelir aklınıza': VATAN,
SANA CANIM FEDA'

Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası,
böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda
ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar.

Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen
insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz
ya da televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır
yaşananlar.

Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki,
minicik karelerde okuduğunuz; '...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu,
bir güvenlik görevlisi yaralandı!' haberi aslında o kadar da kısadeğildir.

Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da
uyuşturucu komasından ölen oğluna 'şehit' deyip Türk bayrağı örten kadının haberine
ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktı r.

Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri, 'ne
için?' dendiğinde'vatan için' diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam
edeceklerdir.

Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen,
sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu
kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir.

Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik
örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar, feda
edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının
yüzlerini unutan küçücük çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.

Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin
umurunuzda mı bilmiyorum,ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve emin olun
yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı ve Türk
Bayrağı için birileri daha tüm bunları yaşayacak.

Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam
biçimi bu.Masalarda oturup 'aydınca' sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?

Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine
koyasınız diye'siz' diyerek yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.

'Siz' kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
'Siz' de bilin ki biz asla unutmayacağız.

'VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN'

VATAN SİZE MİNETTARDIR..