Nisan 24, 2024, 02:45:20 öö

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - fıfat2

Sayfa: [1] 2 3
1
Konu Dışı / Mutlaka dinlemelisiniz kankalar
« : Ocak 23, 2012, 23:09:47 ös »
Alıntı
http://www.youtube.com/watch?v=-oSCF8Bl-ys

Arapça muhteşem bir şarkı ben çocukken bunun Türkçeye uyarlanmış aptalca bir hali çalıyordu tvlerde fakat bu muhteşem bir şarkı her dinledimde içim kıpır kıpır oluyor

2
Arkadaşlar ilgili troll Ekşisözlük de owencan rumuzuyla yazan baya ünlü bir troll dür hatta bu arkadaşa 162 sayfalık methiye(!) düzülmüştür

Malum yazı:

çok güzel giden bir ilişkim, mükemmel bir sosyal çevrem ve inanılmaz rahat bir yaşamım vardı. bi gün kankam rıfat geldi yanıma "akşam erhanlardayız özlem'e de söyle" diyerek. erhan zerre samimiyetim olmayan hatta kıl kaptığım bir adamdı. üniversitenin en gıcık en kıl adamı yarışması yapılsa zirveye oynardı ya da en azından ben öyle düşünüyordum. özlem 2-3 ay önce tanıdığım güzel şirin bir kızdı. onla ilişkimize 3 hafta bile süre vermemiştim başlarda ama 3 ayı devirmiştik. gitmek istemediğimi hissettirecek şeyler söyledim rıfat'a doğrudan gitmem demeden. rıfat kankalıkla ilgili bikaç şey zırvalayıp ikna etti beni. erhan'dan biraz daha bahsedeyim babası karanlık bir adamdı erhan'ın medyatik olanlarından değil ama daha gizli kalmış daha korkulan bir adamdı. erhan'da kurtlar vadisi memati triplerinde bir adamdı zaten dibine düşen armuduydu babasının. ama babasına duyulan saygının yüzde biri bile duyulmazdı ona, hepimiz inceden tırsardık ama amfiye her indiğinde ağzımızla kurtlar vadisinin jenerik müziğini çalmaktan da geri kalmazdık. sigarasını yakışı bile ayrı bi filmdi bu adamın, sigara ağzında 5 dakika memati bakışlarıyla süzdükten sonra ortamı yakardı sigarasını. pek fazla arkadaşı yoktu, okulun salak ama taş sarışınlarından bir kız arkadaşı vardı. kompleksif yapısını kıza karşı da gösterirdi, kızın sigarasını yakmak isteyen kendisinin 2 katı adama "hoop bilader biz yakamıyoz mu ne ayaksın sen" tarzında konuşurdu mesela. çocuğun çakmağı erhan'ın götüne sokmamasının sebebiyle aynıydı rıfat'ın bu tek arkadaşı olmayan adamla arkadaş olmak isteme sebebi; babası.

saat 7 gibiydi erhan'ın dağ evine gittiğimizde. hayatımda gördüğüm en görgüsüzce döşenmiş evdi. altın sarısı duvarlar, kırmızı koltuklar, salon düzeniyle zerre alakası olmayan tv vs. ben, kız arkadaşım özlem, rıfat, kız arkadaşı, erhan ve kız arkadaşı ece dizilmiştik masaya. erhanla ece yoldan beri fısır fısır bişeyler tartışıyorlardı ama. erhan surat asıyor ağzından tükürükler saçarak kızıyor, ece ona bişeyler anlatıyordu. neyse oturduk masaya demlenmeye başladık hafiften ama masada hissedilebilir bir gerginlik var. ev sahibimiz erhan da hissetmiş olacak ki neyse diyerek kesiyor kız arkadaşıyla tartışmasını ve 2 şişe viski getiriyor.

şişenin birini bitiriyoruz. rıfat'ın kız arkadaşı sızıyor olduğu sandalyeye. daha önce de çıktığımız bir uludağ gezisi sırasında otobüste içtiği bir kadeh şaraba dayanamayıp otobüsün ortasına kusup tatilin içine sıçmış bir kız olduğundan elleşmiyoruz. rıfat yandaki divana yatırıyor onu. gelirken "ortam da sessizleşti durun bir müzik kanalı açayım" diyerek açıyor tv'yi. erhan bağırıyor; "kim izin verdi oğğğlum sana" hassiktir diyorum içimden çünkü biliyorum bu herifin ayık hali hayvani kompleksli, sarhoş hali hiç çekilmez. rıfat hemen ezilip büzülüp özür diliyor, onun adına utanmama neden olacak mimikler eşliğinde. "ne müziği lan oğğğğlan mısın oğlum sen" diyor erhan, "maççç açacaz maç" gerizekalı saatten de haberdar değil diye düşünerek bakıyorum saatime 12'ye geliyor. "nah bulursun yavşak bu saatte maç" diyemeden içimden banttan bir newcastle maçı buluyor. sırf ibneliğine, götlüğüne, yavşaklığına sesini son ses açıyor. neredeyse 1 km'ye kadar yerleşim yok rahat piç kurusu, kendisiyle muabbet eden de yok masada, bizim de muabbetimizi piç etmek maksat. sigara küllerini bi sikim içmediği halde sabahtan beri hayvani tıkınan rıfat'ın tabağına bırakıyor. özlem de korkmaya başlıyor yanımda sıkı sıkı tutmaya başlıyor ellerimi. korkaklıkla yavşaklık arasındaki çizgideki yerini inatla koruyan rıfat sanki doymuş da yemeği bırakmış gibi karnına dokunuyor "uuffff iyi yedik be" diyerek. rıfat yavşaklığın tarihini yeniden yazıyor adeta masada.

iyice sapıtmaya başlıyor erhan kibritleri yakıp yakıp atıyor rıfat'ın üzerine. gözünden alevler çıkacak resmen adamın, rıfat yavşaklığın tarihine çağ atlatan hareketler içerisinde bulunmaya devam ediyor sanki adam şaka yapıyormuş gibi "eheheheh", "hihihihi" sırıtıyor her kibritte. o sırıttıkça erhan abartıyor. kaşığını mancınık olarak kullanıp yoğurt atıyor ki dayanamayıp müdahil olma kararı alıyorum o an. ama kız arkadaşı ece benden hızlı çıkıyor "aşkım lütfen kaçmasın tadımız" diyerek. erhan alev küpü "neyin tadı lan neyi tadı sen bana bu ibnenin seni neden ne zaman facebook'a eklediğini söyle önce kaltak?" diyor. sabahtan beri biliyordum bir mesele olduğunu, erhan'ın da ilkokullu detected bir insan olduğunu ama bu kadar salakça bir mevzudan kaynaklanması süprizdi benim için. rıfat "abi arkadaşız yani biliyosun kız arkadaşım var benim yanlış olmaz ki bizde yengem ece benim" falan devam ediyor saçmalamaya. bu kadar sikten bir ortama getirdiği için hem küfür ediyorum rıfat'a hem yaşadıklarına müstehak diyorum o ana kadar. "tamam lan tamam anladık kesin kodumun angutları" diyor.

20-25 dakika kadar geçiyor. bu erhan lavaboya kalkıyor küfrede küfrede. rıfat hemen karizma toplamanın derdine düşüyor "çok içti abijim çok, yoksa 10 numara adamdır erhanım". sinirden kendimi sikecek noktaya geliyorum ama özlem'i de düşünerek hiçbir şekilde müdahil olmama kararımı sürdürüyorum. sigara yakıyor ece rıfat refleks olarak çıkarıyor çakmağı, yanmıyor sigara kıza daha da yaklaşıp eliyle perde yaparak tekrar deniyor rıfat. o sırada hayatımda duymadığım kadar güçlü bir ses duyuyorum. 2 el havaya sıkıyor hemen televizyonun önünde lavabodan gelmiş erhan. "ulan yapılır mı lan bana bu orrospunun evlatları yapılır mı lağğn" diyor bir yandan da ağlıyor erhan. namluyu ağzından hangi sırayla çıktığı belli olmayan televizyon sesi nedeniyle zor seçtiğim "abi ateş sigara sadece" kelimelerini söyleyen rıfat'a çevirip inanılmaz bir soğukkanlılıkla kafasına sıkıyor rıfat'ın erhan. "hassiktir laaaan" diye bağırıyorum istemdışı. namlunun yönü kız arkadaşı oluyor 10 saniye bir aradan sonra "aşkhııım aşkhım lütfeeen lütfen hayatım" diye yalvarıyor kız. hayvan herifin gözü dönmüş ama 3 kurşun da eceye sıkıyor sebepsiz yere. donup kalıyoruz özlem'le. 20 saniyede iki gencecik insan ölüyor gözlerimizin önünde. rıfat'ın kız arkadaşına bakıyorum istemdışı kız angus gibi yatıyor halen dünyadan habersiz. namluyu yere indirmesi için ettiğim saliselik dualar cevap buluyor, aşağı doğru indiriyor namluyu ama sonra saliselik bir ani dönüşle özlem'in biricik aşkımın beynini dağıtıyor kör bir kurşunla. hayatım boyunca ne düşündüğünü beyninden ne geçtiğini merak ettiğim tek kızın fiilen görüyorum beynini . özlem'e üzülmekle kendi hayatım için endişe etmek duygularını aynı anda yaşıyor bir yandan da adama bakıyorum. namluyu yine kaldıracak belli ama tiyatral takılıyor adi ruh hastası. sonra çok ilginç birşey oluyor ve zaten hayvani şekilde sesi açık olan televizyon über bir sesle yankılanıyor "michael owen michael owen attı sayın seyirciler son dakikalarda gelen mükkemmel bir gol" gayri ihtiyarı arkasını dönüyor irkilerek, bende direk oraya bakıyorum tabi. rıfat'ın kız arkadaşı uyanmış ne oluyo yaa bakışlarında. ani bir panikle ona da iki tane sıkıyor erhan dönmüşken arkasını. beni boş bıraktığını anladığı anda geçiriyorum viski şişesini kafasına o da kalan son kurşununu harcıyor ama sıkmak istediği yer olan kafam yerine bacağıma gidiyor kurşun şişeyi yiyince.

polis ve ambulans çabuk geliyor. erhan hapse ben ve rıfat'ın mucize eseri kurtulan kız arkadaşı hastahaneye gidiyoruz. babası tarafından "benim öyle silahsıza silah çeken racon özürlü kancık bir oğlum yok" denerek reddedilen erhan ilk haftadan asıyor kendini kemeriyle. şahit olmadım anlatanların yalancısıyım ama babası cenazesine bile gitmiyor erhan'ın. doktor uzun bir süre evde yatmam şartıyla izin veriyor gitmeme. yattığım günlerde uğraşacak birşeyler ararken tanışıyorum sözlük konseptiyle. nick ararken zorlanmıyorum fazla "can"ımı bana bağışlayan ve attığı golle bir nevi "can"ımı kurtaran "owen" varken.



http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=%2326544283


Sizcede bu adam kalbur üstü bir edebiyatcı kadar yazmamışmı bu adamı ve muadillerini yıllardır troll diye aşağılıyoruz ama trollük de belli bir yetenek ve tarz gerektiriyor.

3
Konu Dışı / Gençler bu ekran kartı fiyatı normalmi
« : Kasım 30, 2011, 14:55:58 ös »
http://www.ucuzu.com/ekran-karti-c3142/powercolor/radeon-hd5550-2gb-128bit-ddr3-pci-e-ax5550-2gbk3-h-p43048330/

Bu fiyat sallamamı yoksa kart dandikmi bendeki kart 1 gb internetten fiyatına baktım 200 küsür tl diyordu ekran kartının gb den başka ayırt edici özellikleridemi var yoksa.

4
http://www.vidivodo.com/415937/san-marino-hollanda-0-_-5

Videonun 55. sn sinden sonra

Bu arada bunun neden bu kadar önemli olduğunu tam olarak anlamayan kişiler videonun tamamını izleyerek san marino hakkında fikir edinebilir

5
Konu Dışı / 8 dk de kas yapma
« : Kasım 18, 2011, 04:57:25 öö »
http://thepiratebay.org/torrent/3459150


Beyler ben karın kısmına baktım(Yani abs)bana güzel gibi geldi adam baya güzel görüntülü anlatıyor diğerleri konusunda pek bir bilgim yok ama bu videolar you tube de de var isterseniz oradan bi bakabilirsiniz bide ilk başladığınızda sakın 40 yapmayı falan denemeyin ertesi gn kalkamazsınız basitleri 20 zorları 15 veya 10 yapın 40 a 1.5 ayda falan çıkın.Bu arada 8 dk de vücudun sadece bir bölgesi için ayrılan süre toplam videolar 40 dk yi sizin bunları yapmanızda 1 saati geçer

6
İlginç Video ve Resimler / Gol sevincinde kavga çıkıyordu
« : Kasım 16, 2011, 03:48:05 öö »
Arif çoban ın kupa maçında fenere attığı gol,gol güzel ancak gol sevincine bakınca arif in baya agresif hareketlerini görüyorsunuz bu arada belitmekte yarar var tokat spor bu elemanın sözleşmesini fesetmiş herhalde bu tip hareketleri nedeniyle

http://www.facebook.com/video/video.php?v=103938132964939

8
Mustafa ARMAĞAN'ın Yazısı

“Abdülhamid devrinin her 24 saati bin muammayla doludur.” 1930’larda sıkı bir Abdülhamid düşmanı iken 1960’larda tam tersine koyu bir Abdülhamid hayranı olarak karşımıza çıkan yazar Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun bu cümlesi beni çok düşündürmüştür.

Her 24 saatine binbir muammayı doldurmuş bu karmaşık iktidar döneminin kıvrımları arasında saklanmış nice olay ve çehrenin gerçek yüzü, ağır ağır aydınlanmakta.

Anlatacağım olay da, bizzat Mustafa Kemal tarafından en az iki defa dillendirildiği halde, Atatürk’ün resmi biyografilerinde ya geçiştirilmiş yahut da yazıldığı halde dikiz aynamıza bir türlü girememiştir. Bugün vefatının 90. yılında Sultan II. Abdülhamid’i rahmetle anarken, onun “muamma”larından birini daha büyüteç altına alıyoruz.

21 Ekim 1904’te, 24 yaşında Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı olarak mezun olan Mustafa Kemal, birkaç ay kadar tayinini bekleyecekti. Bir süre sınıf arkadaşı Ali Cebesoyların Kuzguncuk’taki yalısında misafir kalmış, daha sonra yine tayin bekleyen birkaç arkadaşıyla birlikte Beyazıt-Gedikpaşa civarında bir Ermeni’nin apartman dairesini kiralamışlardı. Burada toplanıp memleket sorunlarını görüşürken, kurtuluş için Meşrutiyet yönetiminin geri getirilmesinin şart olduğu, bunun için de ordunun Saray’ı sıkıştırması gerektiği üzerinde görüş birliğine varmışlardı. Bu amaçla her biri atanacakları yerlerde birer örgüt kuracak, sonra da şubeleri birleştirip hükümet üzerinde baskı kuracaklardı.

Ne var ki, Abdülhamid’in meşhur hafiye örgütünün içlerine sızacağını hesaplayamayacak kadar toydular o sırada.

Toplantılar olanca hızıyla sürerken günün birinde subayken ordudan atılmış Fethi Bey adlı birisini aralarına almak gafletinde bulunurlar. Başlangıçta “örgüt” adına epeyce yararlılıkları görülen Fethi Bey, günün birinde kendilerine yeni bir arkadaşın daha katılmak istediğini bildirir. Önce sözü edilen arkadaşı görmeleri gerektiğini söylerler ve Galata Köprüsü civarında bir kahvede buluşmaya karar verirler. Ancak gelmesi beklenen yeni ‘arkadaş’, Abdülhamid’in has adamlarından Zülüflü İsmail Paşa’nın yaverinden başkası değildir ve yanında bir sürü jandarma da getirmiştir! Meğer acıyarak yanlarına aldıkları Fethi Bey, bir hafiye ve konuştukları her şeyi günü gününe Abdülhamid’e bildirmekte değil miymiş!

İşte bu baskınla Mustafa Kemal, Ali Fuat ve Fethi Okyar da aralarında olmak üzere “gizli örgüt”ün bütün elemanları jandarmalar tarafından yakalanarak hapse atılır.

Bundan sonrası daha da ilginçtir. Çünkü Yüzbaşı Mustafa Kemal, Abdülhamid’in yaşadığı Yıldız Sarayı’nın mabeyn dairesine götürülüp gizli örgüt kurmak, bu amaçla para toplamak, gazete çıkarmak ve toplantılar yapmaktan sorguya çekilmiştir. Kendisi hatıralarında ‘aylarca’ hapiste kaldığını söylese de, tutukluluğunun en fazla iki ay sürdüğünü biliyoruz. (Mezuniyeti 21 Ekim’de, Şam’a tayini ise 11 Ocak’tadır.)

Asıl şüpheyi davet eden nokta, bir Ermeni’nin evinde kalmaları ve Jön Türklerin yasak yayınlarını takip etmeleriydi. O günlerde Ermenilerin Sultan’a bir suikast düzenleyeceklerine dair haberler alınıyordu; Saray’a, Ramazan’ın 15’inde Hırka-i Şerif’i ziyaret edecek olan Abdülhamid’e bombalı bir saldırı düzenleneceği ihbarı yapılmıştı. Padişah, Beyazıt civarından arabayla geçecekti ve onların bu güzergâhta bir ev tutmuş olmaları şüpheyi daha da artırmaktaydı. Nitekim bu ihbar, 6 ay kadar sonra, Mustafa Kemal ve arkadaşları aklanıp Şam’a gönderildikten sonra Ermeni teröristlerin elinde gerçek adresini bulacaktı (21 Temmuz 1905, Bomba Olayı).

Yıldız Sarayı Mabeyn Dairesi’ndeki sorgulama sırasında bizzat Abdülhamid’in sorgu odasına kadar geldiği ve görünmeyen bir yerde Mustafa Kemal’in cevaplarını dinlediği rivayeti, ta 1931 yılında liseler için hazırlanan “Tarih” kitabından beri dillerdedir ama Atatürk’ün kendisi bize bundan hiç bahsetmemiştir. Annesi Zübeyde Hanım’ın mezarı başında Ocak 1923’te yaptığı konuşmada, şunları söylediğini biliyoruz:

“Hayata ilk hatveyi [adımı] atıyordum. Fakat bu hatve hayata değil, zindana tesadüf etti. Hakikaten bir gün beni aldılar ve idare-i müstebidenin [istibdat yönetiminin] zindanına koydular. Orada aylarca kaldım. Validem bundan ancak mahpesten çıktıktan sonra haberdar olabildi. Ve derhal beni görmeye şitap etti [koştu]. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşmek nasip oldu. Çünkü tekrar idare-i müstebidenin hafiyeleri, casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Validem ağlayarak arkadan beni takip ediyordu. Beni menfama götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmekten men edilen validem gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında elemler ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu.”

Annesinin ağlamaktan gözlerinin zayıfladığını söyleyen genç Mustafa Kemal, yine de ucuz kurtulmuş sayılırdı. Eğer Serasker Rıza Paşa araya girip de Sultan’ı, onların gençliklerine uyup bir hata işlediklerine ikna etmemiş olsaydı, rejimi değiştirmek için gizli örgüt kurmaktan tutuklanmaları ve askerlikten atılmaları işten bile değildi.

Velhasıl, “yıldızın parladığı anlar”dan birindeydi. Günün birinde bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasında İsmail Hakkı Paşa, Padişah’ın kararını kendisine şöyle bildirecekti: “Şimdiye kadar büyük yeteneklere sahip olduğunu gösterdin… Ama öte yandan, kendinin ve üniformanın şerefini lekelemiş durumdasın… Siyasete ve Padişah’ınıza karşı vatan hainlerinin yıkıcı propagandasına karıştın. Arkadaşlarını da aynı şeyi yapmaları için teşvik ettin. Buna rağmen Efendimiz merhamet göstermeye karar verdi. Ve seni affetti. Yalnız tayin beklediğin Edirne ve Makedonya’ya değil, Şam’a gönderileceksin.”

Mustafa Kemal’in çok yıllar sonra, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı” adlı kitabıma da aldığım “Abdülhamid yönetiminin her şeye rağmen hoşgörülü olduğu” yolundaki sözlerinin kaynağı bu af olayı olsa gerek.

Atatürk bu sözü söylediği sırada, İzmir suikastı teşebbüsünden sonra en yakın silah arkadaşlarının idamla yargılandığını mı hatırlamıştı dersiniz?



Arkadaşlar baştan söyleyeyim ben ne Atatürk düşmanıyım nede Kemalist im bu nedenle lütfen böyle ithamlarda bulunmayın sonuçda Tarih yaşanmış olaylardan ibarettir ve bu olayların yaşanmasının sorumlusu ben değilim.

11
Alıntı Konular / Büyük Türk Güreşcisi Koca Yusuf
« : Eylül 17, 2011, 10:23:34 öö »

Koca Yusuf
Yusuf İsmail
Yusuf İsmail
İstatistikler
Ring Adı(lar)    Korkunç Türk
Boyu    1.88
Kilosu    144 kg
Doğum    1857
Şumnu, Osmanlı Devleti
Ölüm    4 Temmuz 1898
Atlantik Okyanusu
Eğiten    Şumnulu Dursun Pehlivan, Nasuhçulu Kel İsmail Pehlivan ve Pomak Osman


Koca Yusuf, Yusuf İsmail, Korkunç Türk (d. 1857, Şumnu, Bulgaristan - ö. 4 Temmuz 1898 Atlantik Okyanusu), Deliormanlı efsanevi Türk güreşçidir.

Mindere çıkan ve grekoromen güreşi yapan ilk Türk pehlivanı olduğu sanılmaktadır. 1885 yılında Kırkpınar başpehlivanı olmuş; 1894 yılından itibaren Avrupa ve ABD'de devrin en ünlü güreşçileri ile güreşmiştir. 144 kilo sikletindeki sporcu, 1.88metre boyundaydı. ABD turnesinden ülkesine dönerken bir gemi kazasında yaşamını yitirdi.
Konu başlıkları
[gizle]

    1 Lakabı
    2 Yaşamı
        2.1 Çocukluk ve gençlik yılları
            2.1.1 Çolak Mümin'e Yenilmesi
        2.2 Fransa yılları
        2.3 ABD Turnesi
            2.3.1 Ernest Roeber ile karşılaşmaları
        2.4 Ölümü
        2.5 Koca Yusuf'un Çocukları
    3 Ölümünden Sonra
    4 Mezarı hakkında
    5 Dış bağlantılar
    6 Kaynakça

Lakabı [değiştir]

Serbest Güreşin efsanevi isimlerinden olan Yusuf, iri gövdesi, güreş becerisi, gücü ve sporcu ahlakı ile "Koca" lakabını almıştır. Önceleri doğduğu köyden ötürü "Karalarlı Yusuf", sonra "Şumnulu Yusuf" olarak anılmış, 1896'dan itibaren çırağı "Erikli Mehmet"e "Küçük Yusuf" denilmeye başlanınca kendisine "Büyük Yusuf" denilmişti.

Dünyada “Terrible Turk” (Korkunç Türk) olarak tanındı. Kendisinden sonra başka Türk güreşçiler de bu ünvanı kullandılar.

1900 yılında Rıza Tevfik 'Güreşte Avrupa Usulü ile Türk Usulü arasındaki Fark ve Müşahebet’ başlıklı yazısında kendisinden Koca Yusuf diye bahsedince yurtta bu isimle anılmaya başlanmıştır[1].
Yaşamı [değiştir]
Çocukluk ve gençlik yılları [değiştir]

Koca Yusuf, bugün Bulgaristan sınırlarında yer alan Şumnu Kasabası'nın Karalar Köyü'nde dünyaya geldi. Doğum tarihi tam olarak bilinmese de İsveç güreş tarihçisi William Baster'a göre 1857 yılında doğmuştur. Babasının adı İsmail'dir. Babası ve dedesi Yusuf'un ilk güreş ustaları oldu. Çocukluğu, milliyetçilik hareketleri nedeniyle Bulgarların Türk köylerini bastığı bir ortamda geçti.

Koca Yusuf dönemin ünlü pehlivanlarından Şumnulu Dursun Pehlivan, Nasuhçulu Kel İsmail Pehlivan ve Pomak Osman tarafından yetiştirildi. Kırkpınar tarihinde 26 yıl boyunca üstüste başpehlivanlığı elinde bulunduran ve Sultan Abdülaziz'in başpehlivanı olan Kel Aliço ile 1885 yılında güreşti ve berabere kaldı. Bu karşılaşma sonucu ondan ülkenin başpehlivanlığı ünvanını aldı. Kel Aliço'nun çırağı olan ve 18 yıl Kırkpınar başpehlivanlığını elinde bulundurduğu söylenen Adalı Halil'i iki kez ardı ardına yendi. Sultan Abdülaziz, Sultan V. Murat ve Sultan II. Abdülhamit döneminde pek çok güreş yaptı. Koca Yusuf ile çarpışan Kara Ahmet, Katrancı Mehmet, Kazandereli Memiş, Filiz Nurullah, Kurtdereli Mehmet ve Hergeleci İbrahim gibi ünlü pehlivanlar, onun kendilerinden üstün bir pehlivan olduğunu kabul ettiler.
Çolak Mümin'e Yenilmesi [değiştir]

Koca Yusuf'u yenebilen tek pehlivanın Kavalalı Çolak Mümin Pehlivan olduğu iddia edilir. 1894 yılında Rami'de yapılan ve Kel Aliço'nun hakem olduğu bir karşılaşmada Çolak Mümin, Koca Yusuf'u açık düşürmüştür. Hakem Aliço bu durumu yenik sayınca Yusuf tek yenilgisini almıştır. Çolak Mümin'in bu maçta sakatlanmasından ötürü güreş hayatına devam edemediği rivayet edilir.
Fransa yılları [değiştir]

Fransız güreşçi Joseph Doublier ile tanışması ve Fransa’da güreşme teklifi alması hayatını değiştirdi. Fransız yazar Edmond Desbonnet'in "Güreşin Kralları" (1910, Paris) adlı kitabında anlatıldığına göre Doublier, 1894'te rakibi Sabés'e yenildikten sonra onu yenecek bir güreşçi arayışına girmiş ve Türkiye'ye gelmiş; Filibeli Kara Osman, Filiz Nurullah ve Yusuf İsmail'i beraberinde Fransa'ya götürmüştü. Yusuf, başlangıçta yurtdışına çıkmayı kabul etmediyse de Müslümanların güçlü olduğunu ispat etmenin bir cihat olduğu şeklindeki ulema açıklamaları üzerine 1897'de Avrupa'ya gitti ve Paris'te minder güreşinin kurallarını öğrendi. İlk maçını Sabés ile yaptı ve onu yendi. Fransa'da 3 yıl kaldı (1894-1897). Bu dönemde güreştiği ve döneminin önemli sporcuları olan Olsen, Pons, Fournier'i yendi. Gambier, Raul, Rum güreşçi Antonio Pierri ve İngiliz güreşçi Tom Cannon'u da yendikten sonra Avrupa’da rakip bulamaz hale geldi. Paris'te bir sirkte, Türk güreşçi Hergeleci Mahmut Pehlivan (İbrahim Mahmut) ile yaptığı ancak polis müdahalesi ile durdurulabilen karşılaşma, gelmiş geçmiş en acımasız güreş karşılaşması olarak hatırlanır.
ABD Turnesi [değiştir]

Avrupa'da büyük ün kazanınca Amerika Birleşik Devletleri'nden organizatörler onu New York’a davet ettiler. Antonio Pierri ve Doublier ile birlikte gittiği ABD'de menajeri William Brady oldu. Bu ülkede yaptığı 33 karşılaşmada yendiği sporcular arasında George Bothner, Ewan Lewis, Dan McLeod, Tom Jenkins vardır. Şikago’da bir karşılaşmada dünya şampiyonu Evan Lewis’i üst üste iki defa yendikten sonra yurda dönmeye karar verdi. Yaptığı güreşlerde yenilmemesi ve heybeti dolayısıyla ABD’de kendisine The Terrible Turk (Korkunç Türk) ünvanı verilmiştir.
Ernest Roeber ile karşılaşmaları [değiştir]

ABD'ye gelişinden önce hiç yenilgi almayan Yusuf İsmail, 26 Mart 1898'de Ernest Roeber ile yaptığı maçta diskalifiye oldu. Madison Square Garden'da yapılan bu maçta rakibini ringden dışarı atması, Roeber'in öldüğünü düşünen seyircilerin ayaklanmasına ve Yusuf'a karşı linç girişimine neden oldu. Söz konusu maç, spor yazarı Walter Camp tarafından kaleme alınan 1907 tarihli "The Substitue: A Football Story" adlı romanda anlatılmıştır.

İki rakip, Metropolitan Opera Evi'nde 30 Nisan günü tekrar karşı karşıya geldi. Aralarındaki itişmelerden sonra menejerlerinin ringe çıkıp müdahale etmesi sonucu olay büyüyüp yine seyirciler arasında bir ayaklanma dalgası olunca karşılaşma iptal edildi ve bu olaydan sonra Opera Evi güreş karşılaşmalarına kapatıldı[2].
Ölümü [değiştir]

Türkiye'ye dönmek üzere 21 Mayıs 1898'de Fransız bandıralı La Bourgogne transatlantiği ile yola çıkan Koca Yusuf, bindiği geminin 4 Temmuz sabahı New York'un kuzeydoğusundaki Sable Adası'nın 60 mil açıklarında İngiltere bandıralı Cromartyshire şilebiyle çarpışıp batması sonucu tüm yolcular ve mürettebatla birlikte boğularak ölmüştür.

Kaza sonrasında filikalara binen diğer yolcularla birlikte kurtulmaya çalışan Koca Yusuf’un ölümüne, tutunduğu filikadaki diğer yolcuların onun koca gövdesinin sandalı devireceği korkusuna kapılıp kürek ve baltalarla ellerine vurmalarının ellerini çekmeyeceğini anlasılınca filikadakiler baltayla bileklerini keser, kazanın ardından Amerikan dergilerindeki makalelerde yayımlandı. Rivayete göre ise beline bağladığı altın dolu kemeri boğulmasına sebep olmuştu. Bir rivayete göre de filikaya binecekken bir çocuğun demirler altında kaldığını görür ve çocuğu kurtarmaya gider. Çocuğu kurtarır fakat kendisi demirler altında kalarak vefat eder. Ama ölüm sebebi tam olarak bilinmemektedir.
Koca Yusuf'un Çocukları [değiştir]

Koca Yusuf'un eşi Refiye'den Mehmet ve Hüseyin adında iki çocuğu olmuştur [kaynak belirtilmeli].
Ölümünden Sonra [değiştir]

Ölümünden sonra adı, şu anda Türkiye Denizcilik İşletmelerine bağlı, Haliç Tersanesinde bulunan 40 Tonluk bir yüzer vince verilmiştir.

2001 yılında basılan Bin Yılın Türkleri Hatıra Para Serisi'nde Koca Yusuf portreli hatıra para yer almıştır.

Hayatı, gazeteci-yazar Halil Delice tarafından "Cihan'ı Titreten Türk Koca Yusuf Yalnızca Güle Yenildi" (2005) adıyla kitaplaştırılmıştır.

Hayatının belgesel yapılması için 2008 yılında "Koca Yusuf Türkiye'de" adlı bir araştırma projesi başlatılmıştır[3].
Mezarı hakkında [değiştir]

Koca Yusuf’un cesedinin Atlas Okyanusu’nda kaybolduğu sanılmaktadır. Ancak şair Sunay Akın’ın Önce Çocuklar ve Kadınlar adlı kitabının “Okyanusa Yenilen Güreşçi” başlıklı bölümünde Azor Adaları'nda mezarının bulunduğu iddiasına yer verilmiştir. Kaza sonrasında civar adalara vuran gemi yolculara ait 20 cesetten pek heybetli değişik kılıklı olanının Koca Yusuf olabileceğini iddia eden yazar, cesedin adadaki kilisenin mezarlığına defnedildiğini belirtmiştir.





Ayrıca Çocuğunuz yeğeninz falan varsa izletin Koca Yusuf un hikayesini kısaltarak çizgi film yapmışlar(TRT yapımı)

http://www.youtube.com/watch?v=mBUdu4MaWls&feature=related



12
İlginç Video ve Resimler / Hamza Yerlikaya adamı delirtti
« : Eylül 17, 2011, 08:06:30 öö »
http://www.youtube.com/watch?v=Kkafz_bbXzw&feature=related

Diğer güreşci nereye bakacağını şaşırdı.

13
Konu Dışı / Beyler ingilizceyi nasıl aksanlı öğrenebilirim?
« : Eylül 13, 2011, 20:55:45 ös »
GTa vice city deki tommy nin konuşmasına hastaydım galiba buna italyan aksanı deniyormuş ingilizceyi bu şekilde öğrenmemin bir yolu varmı acaba.

14
İlginç Video ve Resimler / Bir italyan malta ya giderse ne olur
« : Eylül 13, 2011, 20:53:16 ös »
http://video.mynet.com/ismvdo/Bir-Italyan-Malta-ya-giderse/402741/


Ne yalan söyliyim bende bitches ile beach ı aynı şekilde söylüyorum.

15
Alıntı Konular / Altın uzaydan gelmiş
« : Eylül 10, 2011, 20:38:35 ös »
İngiliz bilim adamları, yeryüzündeki tüm altın ve diğer değerli metallerin uzaydan geldiğini kanıtlayabileceklerini söylüyor.

İngiltere'deki Bristol Üniversitesi'nin araştırmacıları, Grönland'daki dört milyar yıllık kayaları inceledi.
İlgili Konular

    Bilim ve Teknoloji

Araştırmacılar bunların dünyada oluşmuş kayalardan farklı izotoplar içerdiği sonucuna vardı.

Onlara göre bu, değerli metallerin dünyaya bir meteor yağmuruyla geldiği teorisini kanıtlıyor.

Bu meteor yağmuru sırasında henüz 200 milyon yaşındaydı.

Dünyanın kendi altını ve diğer ağır metalleri daha gezegenin ilk dönemlerinde çökerek merkezdeki mağmaya karışmıştı.

Bu yüzden günümüzde nikah yüzükleri ve diğer ziynet eşyalarında kullanılan altının kaynağı farklı.

Bu altın nötron yıldızlarının çarpışması sırasında ortaya çıkmış.

Bu çarpışmaların ise evrenin gördüğü en şiddetli çarpışmalar olduğu belirtiliyor.


Kaynak:BBC

Sayfa: [1] 2 3